25 Haziran 2014 Çarşamba

Yapmak

Bir şeyleri neden o şekilde yaparız? Olması gereken o mudur? Bazıları basitte kalırken neden bazıları hep ileri gitmek zorunda hisseder kendini?

Çünkü sadece yapabiliyordur. Hayat bir mücadele ise insanın yapabildiğinin sınırlarına ulaşmaya çalışması çok normal değil midir? Çünkü ancak bu mücadele sonucunda tatmin olur. Eğer yapabileceklerinin altında kalırsa tatmin olmaz, eğer yapabileceklerinin çok üstüne çıkarsa bunalır.

Zor şeyler yapabilen insanların en büyük problemi de bu depresyon hali değil midir? Çünkü farkında olmadan herşeyi büyütür de büyütürler. En sonunda bir bakarlar kendilerini çoktan aşmış geçmişler. Bunu sırtlamaya çalışırlar. Sonrasında da bir patlama yaşarlar.

Peki ya hayat bir mücadele değilse? Sadece zamanın akışını yaşamak ise? Bu düşünce insanı çok durağanlaştırıyor sanırım. Öyle ki sonunda insan hayatında tatmin olacağı hiç bir şey bulamıyor.

Sonuç olarak sürekli birşeyleri yapıyor olmamızın en temel nedeni sadece onu yapabiliyor olmamız olabilir mi?

20 Ağustos 2012 Pazartesi

Tarih nedir?

Tarih nedir bilir misiniz?

Bir çoğu gerçekler diye kabul eder.

Peki kime göre gerçekler? Bir millete, ülkeye, kütüphaneye göre farklı, diğerine göre farklı.

Büyük bir adam demiş ki "Tarihi kazananlar yazar".

Kimbilir belki gerçekten de öyle. Ama ben en sonunda tarihin gerçekten ne olduğunu buldum:

Tarih bir inançtır. Dinler gibi. İsteyen inanır, istemeyen inanmaz. İsteyen de istediğine inanır. Tarihle ilgili birisini ikna etmek imkansızdır. O neye inanmak isterse odur tarih. Gösterdiğiniz bütün kaynaklar taraflıdır, tabii aynı şekilde size gösterilenler de. Siz de inanmışsınızdır birine, devam edersiniz.

Tarih insanları anlamanızı mı sağlar? Hayır tarihin bazen gerçekten safsatadan olduğunu düşünüyorum. Aslında tarih olmuş bitmiştir, ne gerek var gerisine:D. Bu kadar çok tarih kitabı okuduktan sonra bunu söylemek benim garibime gitti şimdi.

Ama gerçekten de tarih, din gibi, bir inanç sistemiymiş. Kimine göre siyah, kimine göre beyaz olan... Kanıtlaması imkansız olan...

30 Mayıs 2012 Çarşamba

4 Duvar vs Büyük şehir

İnsanlar seviyorlar büyük şehirlerde yaşamayı. Sorarsanız derler ki sosyal imkanlar var, insanlar var, vs. vs. Sigara içmek gibi değil mi sizce de?

Kötü olduğunu bilmenize rağmen hep devam etmenizi sağlayan, size göre bir mantıklı sebep vardır. Fakat gerçekten öyle mi?

Yoksa tek sebebi bağımlı olmanız mı?

Sizi tüketen, zehirleyen o şeye...

Dünya sağlık örgütünün en zararlı şeyler listesinde 1. madde: stres.

Peki büyük şehirlerin sahip olduğu en büyük şey ne? o da stres. Trafik, inşaat, iş, zaman, diğer insanların hayatlarıyla, menfaatleriyle, fikirleriyle çatışan sizinkiler, vs. vs.

Ama yine de herkes sever büyük şehri. Çünkü artık oraya bağımlıdır. Sakin bir yere alır götürürsünüz, sıkılır. Çünkü hareket ister, sürekli çevresinde dönen o hayatı ister. Fakat o hayat kendisini tüketir. Günümüzde ulaşım imkanları bu kadar artmışken, dünya öncesine göre gerçekten çok daha küçükken, neden illa büyük şehir?

Ekonomik imkanlar mı? Kişisel olarak belki ama bu anlayış kişisel olarak değil, kitlesel olarak değişmelidir. Şirketler küçük yerlere kaymalıdır. Hem onlara da faydalı. Yaşam maaliyetleri düşeceği için, maaşlar da bu kadar yüksek olmak zorunda olmayacak. Devlet sosyal imkan(okul, hastane, konser, vs.) gibi şeyleri küçük yerlere taşımalıdır. Böylece çok daha sakin mizaçlı, az parayla aynı kalitede yaşayabilen bir toplum yetiştirilebilir.

Kişisel boyutta bakarsak, bir çok kişi görüyorum "evet ben de sevmiyorum, ama mecburum" diyen. Onlara şunu sormak isterim bu şeye katlanmak için feda etmeye hazır olduğunuz şeyin boyutu nedir?

Bir de 4 duvar arasına girip orda yaşamakla beton denizinin arasında yaşamanın farkı gökyüzünü görmek dışında ki, o da nadiren oluyor, nedir?

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Saat 24.00 sonrası

Evet aradan geçen uzunca bir süreden sonra gene bir yazı. Konusu ne?

İnsan bu gece 24.00' den sonra, yalnız başınaysa, televizyonda hiç birşey yoksa, çalışarak geçmiş uzun bir günden sonra kafasını yoracak bişeyler istemiyorsa, uykusu varsa ama uyuyası yok ne yapabilir?

Ne yapılabileceğini ben de çok bilmiyorum işin açığı:)). Ben ne yapıyorum? Uzun süredir yazı yazmadığın bloğumda bu konu üzerine birşeyler yazıyorum.

Aslında hazır buna başlamışken bloğumu nasıl düzenlesem diye kafamdan düşünceler geçiyor. Bir süredir  yazı yazmakla ilgili çeşitli projelerim var. Bir kaç sene öncesine kadar yoğun bir şekilde üzerine hayaller kurduğum hikayeler silsilesini geliştirmek, sürekli etrafta gezinirken fotoğraflar çekip, gezdiğim yerlerle ilgili bilgiler veren bişeyler yapmak yada "ötekiyle tartışmalar".

Bunlardan en gizemlisi ötekiyle tartışmalar aslında. Şu saatte bunun tam olarak ne olduğunu anlatmaya kalkışmayacağım. Ama bu konuda birkaç sıkıntı var:

1. Ötekiyle tartışmalar genelde çok alakasız zamanlarda, spontane gelişiyor. Gerçekten çok keyifli olabiliyor fakat önümde yazıya geçirebileceğim herhangi bir materyal(bilgisayar, kağıt vb.) olmuyor. Bu nedenle uygun bir zamanda ve koşulda yazıya dökülmesi gerekiyor. Ama o şekilde de olmuyor çünkü işin güzelliği kendi kendine, doğaçlama gelişen bu sohbeti o anda, hiç düşünmeden yazıya geçirmekte.

2. Uygun zamanlarda ötekiyle hiç bir sohbet başlamıyor. çünkü genelde günün uygun zamanları şimdilerde oluyor.

Peki biraz da son günlerde kafamı oldukça kurcalayan bir konuyu yazayım:

Profesyonellik gereği işinizi büyütmeniz, fırsatları değerlendirmeniz mi gerekli, yoksa işi büyütmek daha fazla vakit ve enerji harcamak olur, kendi yağında kavrul, bir şekilde su akar yolunu bulur demek ki?

Muhtemelen bu soruya cevap verecek kimse takip etmiyordur bu bloğu:D. Benim kafamdan geçenlerse şöyle:

Gerçekten de son zamanlarda bunu çok düşünüyorum. Çünkü iş fırsatları sürekli olarak elinize geçmez. Bunları hem fark etmeniz hem de değerlendirmeniz gerekir. Ne şanslıdır ki o kişiler, bazen fırsatlar onlara göstere göstere gelir. Acaba bunun sebebi onların işkolik olmayıp, hırslarla yanıp tutuşan insanlar olmaması mıdır? çünkü bu fırsatların geldiği insanlar bunu değerlendirmek konusunda zaman zaman çelişkiye düşebilirler.

Belki bu insanlar umursamaz göründükleri için diğerlerine güven veriyorlardır? Kaldı ki günümüzde karşılıklı yapılacak işlerde aranan en önemli özellik tarafların güvenilirliği ve istikrarıdır. Tecrübelerime dayanarak söylüyorum, yapacağınız işlere yüksek fiyat biçin ama aslı yarım bırakıp gitmeyin. Bu şekilde hep kazanırsınız.

Niye mi?

Örnek vermek gerekirse içinde bulunduğum yazılım sektöründen vermem daha uygun olur. Günümüzde bir yazılım geliştirmek geçmişe göre oldukça kolay. Aynı şekilde öğrenmesi de. Bu durumda etrafta bu işi ucuza yapıp, para kazanmaya çalışan bir çok insan var. Fakat kendini bilen, kurumsal firmalar kesinlikle bu "ne iş olsa yaparım" cı insanlarla çalışmaz. Çünkü en başta bu insanlar kurumsal firmaların güvenini kazanamaz. yerleri yurtları belli değildir, işi bitirip bitirmeyecekleri belli değildir, işi bitirseler bile sonrasında teknik destek verip vermeyecekleri belli değildir.

Bu nedenle daha yüksek fiyat veren fakat daha güvenilir, belli bir adresi, tanınırlığı, ekibi olan yerlerle çalışırlar. Belki maaliyetler daha yüksektir fakat işin istikrarlı olacağı kesindir.

Neyse çok farklı bir konuya girdim, eskisine dönüyorum tekrar, bu fırsatları değerlendirmek mi yoksa hayata daha rahat devam etmek mi lazım?

İş alırsanız, para kazanırsınız, büyürsünüz, imkanlarınız artar, işi büyütürsünüz, para kazanırsınız, imkanlarınız artar, tekrar işi büyütürsünüz, vs. vs. vs.

Peki hayat nerde kaldı?

İş almassanız büyüyemezsiniz, büyümeyen şirket batar mantığı ile bakarsanız, batarsınız, sonrasında bir süre sürünür, belki bir iş bulursunuz, sonra paraya ihtiyacınız olur, keşke vaktinde işlerimi büyütseydim dersiniz:D

Tabii bu olasılıklardan biri, başka bir olasılık da işiniz batmaz, kendi çapında, orda burda dağlarda gezdiiniz, hobilerinize, arkadaşlarınıza, ailenize daha çok vakit ayırabildiğiniz bir hayatınız olur.

Hmmmm....

Sanırım sorunun cevabı kendiliğinden ortaya çıktı:

Kendinizi çok germeden, fırsatları değerlendirin, parayı kazanın, baktınız işler büyüdü, sizi sıkmaya başladı, şirketi satar geçersiniz, yeni bir iş kurarsınız. Zaten şirketinizi büyük bir paraya sattıysanız cebinizde sağlam nakit vardır, faize yatırır, onunla geçinirsiniz:D

Nasıl?

22 Ocak 2011 Cumartesi

Hangisi acaba?

Zaman gelir kadın erkek eşitliği konularını tartışır dururum biraz da şakayla karışık. Ama gün geliyor insan hakkaten oturduğu yerde sinirden kuduruyor.

Haberlerde izliyorum adamın biri karısını insan dışı bir varlığa çevirmiş dövmekten, kadın da bunun üzerine mahkemeye başvurmuş koruma altına alınmasını istemiş. Ama bilirsiniz mahkemelerimiz o kadar adalet yanlısıdır ki bir konuyu enine boyuna tartışırlar, uzatırlar da uzatırlar üstüne en doğru kararı verirler, kadının korumaya ihtiyacı olmadığına hükmetmiş. Peki sonra? Tabii bahsi geçen "Erkeğimiz" karısını bıçaklayarak öldürüyor.

1. İhtimal
Şimdi bu adamla otursak 3-5 dk muhabbet etsek, namusuna düşkün bir erkektir. Karısına kızına laf ettirmez. Kavgacı herifin önde gidenidir fln filan fakat kendisinin karısına kızına herşeyi yapma hakkı vardır. Döve döve mahveder ailesini, istediği zaman karısına tecavüz eder.

2. İhtimal
Bu amcam sokaklarda, trafikte izbandutların karşısında gayet sakindir, uyumlu bir vatandaş profilidir. E tabii kendisinden güçsüz kim var en yakınında?? Tabii ki karısı... Ne yapar bizim vatandaş, canı sıkıldıkça başkalarına söyleyemediği lafları, gösteremediği sertliği, tepkileri, diklenemeyişleri, eziklikleri karısından çıkartır.

Şimdi merak ediyorum sizce hangisi? Bizim toplumda iki profil de var sanırım ama hep ikincisi bana daha muhtemel gibi geliyor. Hani vardır ya bizim toplumumuzda bir erkeklik anlayışı, herşeye kavga çıkartan cesurdur fln filan, hadi tamam diyelim ama arkadaş siz de gidin yiyosa erkekliğinizi başkalarına kanıtlayın. Benim kültürümde erkeklik aileni korumaktır. karını, ananı, bacını baştacı yapmaktır. Senin çocuğunu doğurmuş be adam. kime erkeklik taslıyorsun? Hadi git etrafta hakkını yiyenlere göster dişini, o zaman köpek gibi sinersin değil mi?

Ama köpekler bile bu adam ve türevlerinden daha şereflidir. Çünkü aileleri için ne gerekiyorsa yaparlar, durduk yere sıkıntıdan onlara zarar vermezler.

1 Ocak 2011 Cumartesi

hayaller küçüklüğümüzde anlamlı gelirdi hayallerini unutmamış emre kardeşime itafen =)

inanmaktan ne zaman vazgeçer insan ?
kaç yaşında yorgun düşer hayallerının peşinde koşmaktan ?
hangi ara yorulur bu kadar ?
aslında masal, çocuk olmakla başlar.fırsat eline geçtiğinde yalnızlıktan yakınan insanoğlunun bildiği tek gerçektir bu.
masalın en tatsız tarafı yalnızlık,daha dünyaya gelişimizle başlar.aynı zamanımız geldiğinde gideceğimiz gibi.en iyi
bildiğimiz yalnızlıktır.kimimiz korkar,kimimiz alışmaya çalışır ve kimilerımızde severız bu hissi.ve bu yalnızlık
içinde insanlar bir nebze olsun bu hissi unutabılmek için kendılerıne uğraşlar buldu.ilk mucitler adem ile havvaydı.ve evet
onlar gerçekten yalnızdılar.onlar insan soyunu devam ettırmek için dediler bu uğraşa.sonra kavımler oluştu.diğer
mucitlerimizdi onlar.çoğalmak,üremek dediler adına.ıkı insanın yakınlasması bu kadar ucuza indirgenilebilinirdi.sonra gel
zaman git zaman iki kişinin yakınlasmasına geleceklerı adına endişe duyup körü körüne gelecege dönük hayaller kurmalarına
ve birbirlerıne hiç bir şüphe duymadan inanmalarına aşk dediler.romantık mucitlerımız masalların bitişlerıne hep ömür
boyu mutlu yaşadılar cümlesını ekleyebılmek için cesurca bir savaşın içine girdiler.bu savaş yüzyıllar sürdü.ve biz
hep masallarını okurken o cümleye rastladık onlar gerçekten ömür boyu mutlu yaşadılar.
sonra gelişen toplumlar elde ettıklerı
teknolojının kolaylıgıylada hayatı kolay bir hale getirdiler.aslında bu kolaylık değil basitlıkten ibaretti.
çoğu şey kutsallıgını kaybettı.kaybedılen kutsallıkların arasında başı çekende aşktı.yenı nesıl aşka inanmadı.dünya
çocuktu ilk aşkın tadına varmıştı ama o çocuk büyüdükçe mutlulugun yerını daha yüzeysel şeyler almaya başlamıştı.ergenlıge
giren bu çocuk yenı bir moda yarattı.o moda çok kan dökülmesıne,çok gözyaşına ve bir çok masalın yarım kalmasına sebep
olan bir kağıt parçasıydı sadece.günümüzde para tüm büyüsünü kullanarak insanların maneviyatlarına saldırıp ele geçirmeye
başlamıştı.insanlar hala yalnızdılar ve sıkılıyorlardı.bir oyun icat etti sonra mucitler, bu oyun diğerlerıne hiç benzemedi
adı savaştı.ve savaştılar.yüzlerını hayatlarında ilk kez gören insanlar sırf ergen çocuk dünyanın isteklerı yüzünden
birbirlerını katlettıler.çok sancılı bir süreçti dünyanın büyümesı,zar zor da olsa gençliğe ilk adımı atan dünya
yenı bir icatla gülümsedi.barış dediler adına.şimdi yenı moda buydu şarkılara konu oluyor insanlar kitleler halınde
ölümlerden kurtuluyordu.ama bilirsiniz alışkanlıklar zor terk edilir hala kan akıyordu ama öyle bir hale gelmiştikki bireysel
kayıplara kayıp gözüyle bakmıyor umarsızca şükrediyorduk.şimdi olgunlaşmış gençliğin tadını çıkarabilicek bir dünya
hazırdı.aşkın büyüsünü unutmus ama tadı damagında kalmıs bir dünya yenı oyunlara sahne olmak için beklıyordu.ve aşk bir
kez daha gösterır gibi oldu yüzünü.şekil değiştirmiş,yenilenmiş,eskisine nazaran içinde şüphe,mantık ve güç isteği barındıran
bir şekilde karşımıza çıkmıştı.en deli çağlarını yaşayan dünya öyle bir hızla dönmeye başlamıştı kı herkesın başı
dönmüş ve kafası karışmıştı.aşk neydı,uğruna neler feda edilebilinirdi herkes unutmuş hatırlamak içinse en ufak bir çaba
gösterıcek halı kalmamıstı.ve aşk bireysel sınırda savaştan bile tehlıkelı hale gelmişti.artık kımse masallara inanmıyor
ve kımse masallarının nasıl biteceğini dert etmıyordu.bildiğimiz hani o destanlar halınde yazılan masallar artık bir paragraf
bile etmıyordu.insanlar hangi ara hayallerınden vazgeçip bu kadar vurdum duymaz olmuslardı?
ve aşk bu nankörlüğü hiç affetmedi.o eski aşıkları aradı durdu hep.aynı insanlar gibi yorgun düştü oda çünkü artık ona
inanan çok az sayıda insan kalmıştı.aşkı unutmanın ve savaşı ona tercih etmememızın acısınıda fazlasıyla çıkarmıştı bizden.
ve evet dünya yaşlanmıştı.artık ne yenı bır oyun oynıycak halı kalmıs ne de eskılerıne sadık kalabılecek gücü.
oysa çocukken kirlenmemiş tertemiz duygularıyla ne kadar mutluydu dünya.büyümek hep kaybetmek midir? yorgun düşmekmidir?
sadece çocukkenn mı hayal kurmak güzeldir? neden büyüdüğümüz zamanlardakı hayallere delilik dendi?
büyümek birazda delirmekmidir? keşke dünyada,bizde hep çocuk kalsaydık.keşke o komşu kızını ilk gördüğümüz anı aşk
sansaydık.annemızın anlattıgı yaratıcıya tapsaydık hep.her gece ellerımızı kaldırıp dua ederken hangi ara gözümüze takıldı o
kağıt parçası?inançlarımızın üstüne neden kan dökme gereği duyduk? neden hep yanlışa inandık?
ilk insandan bugüne kadar o kadar yorulduk kı,sankı bu koca ihtiyar her an gözlerını kapatacak gibi.
ve ben çocukken unuttugum o dualara her zamankınden daha çok inanıyorum şimdi.
ben çocukluguma,yalnızlıgıma güvenıyorum.yanlızlıgımı kabullenıyor ve sadece onu paylasabılıcek birini arıyorum.tıpkı
ilk fırsatta kaçarcasına yanlarından ayrıldıgım ailem gibi.ihtiyar gözlerini yummadan,kendimi aşka affettirebilirmiyim?
bilmiyorum.
ama ben yorulsamda,her seferinde kaybetmenın aslında başka bir kazanca mal olucağını biliyorum.hayatımızı elde
ettigimiz fırsatlardan çok kaçanlar belırlermış ya,nankorlugumuze inat,umarsızlıgımıza inat ben her gece hepımız için
dua ediyorum.
umarım her birimizin masalı "ömür boyu mutlu yaşamışlar" diye biter.umarım.

23.mayıs.2010 Seçkin BIKMAZ

21 Kasım 2010 Pazar

Melodilerin güzelliği

Yanlız geldik bu dünyaya ve yanlız gidicez, ama ya onu yaşarken ne oluyor? Acaba insanlar hep yanlız mı geçiriyorlar hayatlarını etraflarına kim olursa olsun. En sonunda gece yatağa yattığımızda bütün dertlerimizle birlikte odanın karanlığı yükleniveriyor sırtımıza. Yoksa yanlızmışız gibi yaşamaya mı çalışıyoruz? ilgi çekmek için ya da melankoli yaşamak için... Belki bir çok farklı olası sebep bulunabilir yada bunun aksi de iddia edilebilir. Aksini bırakın, ne olduğunu kendim de bilmiyorum fakat kafamdan bir dolu melodi akarken insan içinde bir anda yanlızlığın aksi pençelerini hissediyor sonrasında kulaklarda çınlayan güzel bir melodi ise ruhunu besliyor.

En sonunda ne kadar garip bir varlık olduğumuz gibi birşey de çıkabilir. Nedir ki bu psikoloji? nasıl birşeydir? Bazılarının tamamen kimyasal reaksiyonlarla açıklamaya çalıştığı bir beyinden ötürü müdür yoksa diğerlerinin yapmaya çalıştığı gibi ruhana bir kökenden ötürü mü?

En sonunda defalarca fark ettiğim şeyi gene fark ediyorum. müziğin insanda yarattığı duygular veya dürtüler. muhtemelen herkeste farklı bir sonuç alınırdı aynı şarkılar dinletilerek yapılan bir deneyde. Ne fark eder ki belki de ezgilerin evrenselliği sadece bu etkidedir. Nasıl etkilediğinde değil.

Bir taraftan aklıma gizemli karanlığın içerisindeki müzikle ilgili birşeyler geliyor. Sanki bize hayatı fısıldar gibi, nerelerden geldiği belli olmayan bişeyler söylemeye çalışıyor.